Anunnaki`nin hikâyesi antik Sümer tabletlerinde fısıldanır. Bu, MÖ 3800`lere dayanan, dünya üzerindeki en eski uygarlıklardan birinin, adeta zamanın ötesinden bir mirasın hikâyesidir. Sümer, insanlık tarihinde bir gizem olarak parlar; birdenbire ortaya çıkışı ve ileri medeniyetiyle, ana akım akademisyenler arasında bile derin sorular uyandırır. Bu uygarlık, kendilerine tanrılar tarafından verildiğine inandıkları bilgiyle, nasıl böylesine ileri bir medeniyet kurduklarını anlatır. Onların tanrıları Anunnaki, yalnızca bilgi ve teknolojiyi değil, aynı zamanda medeniyetin kendisini de onlara armağan etmişti.
Ancak, bu destansı medeniyetin sonu, onun başlangıcı kadar esrarlıdır. MÖ 2000 civarında, Sümer uygarlığı, yazılmış ağıtların trajik notları arasında kaybolur. Bu metinler, yıkımlarını ve ıssızlıklarını anlatırken, korkunç silahlar ve ölümcül bir bulutun kullanıldığından bahseder. Bu tasvirler, o zamanın ötesinde bir teknolojinin varlığını ima eder; nükleer silahlar gibi, dünyayı değiştirecek güçte silahlar ve ölümcül radyoaktif toz bulutları.
Sina Yarımadası`nın güneydoğusunda, dünyanın yüzünde kalan büyük siyah yara izi, bu dehşetin sessiz tanığıdır. Yeryüzünü kaplayan ve anında eriyen siyah taşlar, aşırı sıcaklığın ve yıkımın kanıtları olarak durur. Bu, sadece antik bir medeniyetin yok oluşu değil, aynı zamanda göksel güçlerin yeryüzünde bıraktığı derin bir izdir.
Bu hikâye, insanlık tarihindeki en büyük gizemlerden birini barındırır. Anunnaki`nin mirası, sadece kaybolmuş bir medeniyetin hikâyesi değil, aynı zamanda bize, yıldızların ötesinden gelenlerin, dünya üzerindeki yaşamın şekillenmesinde nasıl bir rol oynadığına dair düşündürücü sorular bırakır. Gizemli Romancı, bu kadim efsaneleri, unutulmuş bilgeliklerin ve göksel varlıkların öyküsünü yeniden canlandırırken, insanlığın kendi kökenlerine dair anlayışını derinleştirmeyi amaçlar.