Hayır anne. Şimdi ölemezsin.
Ben seni sevmeden olmaz...
İki yana açılan perdeler koymuşum pencereye. Annemlerin evine inat. Kapalıydı o evin perdeleri. Sadece perdeler değil, dudaklar da mühürlüydü. Söylenecek sözler söylenmez, söylenmeyecekler söylenirdi. Pusu da gölgesi de çoktu. Mobilyalar solmasın diye sımsıkı perdelerin ardında ışık neredeyse hiç girmezdi o eve. Ruhlar solsun ama mobilyalar solmasın... Bedenlerimiz halıların saçakları gibi kar beyaz kalsın... “Bir ev çizin,” dediğinde eğitmen, perdeleri eksik bırakmayışım ondan. Açık olsun perdeler. Açık olsun pencereler.
Hava girsin içeri. Güneş girsin.
Çizdiğim pencerenin pervazındayım sanki. Nefesim sığlaşıyor. Güneşten rengi dönmüş omzuma bir öpücük konduruyorum.
“Sapık mısın sen? İnsan hiç kendini öper mi?” diye bağırırdı annem görse. İçimdeki öfkenin kabardığını sıktığım dişlerimden anlıyorum. Çizdiğim pencereye bakıyorum tekrar, oradaki perdeye.
Ne demişti adam çizimi yorumlarken? “Yaşam sizin için zor demek ki ona bir perdeyle sevimlilik katmak istiyorsunuz.”
Olsa keşke, bir perdeyle düzelecek olsa yaşamlarımız…
Özlem Çetinkaya’nın duru anlatımıyla Anne Çiçekleri, çok sıradan görünen anne kız ilişkilerinin derinlerde oluşturduğu yolları, o yolların karanlıklarını, iniş çıkışlarını fark etmenin hikâyesi. Bu hikâye bize hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, gerçeklerin çok daha derinde olduğunu anlatıyor. Acıma ile şefkatin farkına varmamız için bize bir perde aralayan hikâyede kadının kendisine ve yaşama dair keşifleri, her kesik yarası gibi önce can yakıyor ama bir yandan da kendisine ve çevresine merhem oluyor.