"Gözlerimi kapatıyorum ve annemin çocukluk kâbuslarının kalıntılarını silen ellerini hissediyorum alnımda. Parmakları alnımda hareket ediyor, hiçbir zaman anlamadığım, anlamak istemediğim duanın harflerini ve kelimelerini yazıyor alnıma, dudakları neredeyse hiç ses çıkarmadan bu kelimelere eşlik ediyor. Şimdi neredeyse rutin haline gelmiş bu kâbustan ter içinde, zorlukla nefes alır ve ardından gelecek uykusuzluğu kabullenmiş olarak uyanırken onun rahatlatıcı dokunuşunu hatırlıyor ve o hayattayken hiç hissetmediğim bir yoğunlukta minnet duyuyorum." Hint-Pakistan kökenli bir Amerikalı genç kız olan Saire Kader aşırı tutucu ve gelenekçi ailesiyle birlikte Kaliforniya’da muhafazakâr bir hayat sürmektedir. Onun için çizilen gelecek bellidir: Evlenip iyi bir eş ve iyi bir anne olacaktır. Bu onun alın yazısıdır. Ama aile geçmişi hakkında öğrendikleriyle bambaşka bir gelecek şekillenir Saire’nin kafasında. Öldü zannettiği büyük babası bütün o katı geleneklere ve ailesine sırtını dönüp gerçek aşkın peşinden gidebilecek kadar gözü kara bir romantik, diğer büyük babası ise Gandi ile omuz omuza mücadele etmiş bir özgürlük savaşçısıdır, büyük teyzesi de kendisi için hazırlanan geleneksel tertibi yıllar önce reddedip çalışmayı, kendi ayakları üzerinde durmayı seçen özgür bir kadın. Saire de kararını verir: Ablası gibi evlenmek yerine üniversiteye gidecek, sonra da savaş muhabiri olacaktır. Ne var ki hiç hesapta olmayan bir trajedi, başkalarının hayatlarına tanıklık etmek için dünyayı önüne katan bu genç kadını kendi gerçekleriyle yüzleşmek ve hayallerle gerçekler arasında bir seçim yapmak zorunda bırakacaktır.