Alaçatı`nın, kekik kokulu rüzgârlarıyla, güneşin erittiği renkleriyle, insanlarının sıcaklığıyla hep arka planda durduğu, hayattan büyük yanılsamaların sarmalında yaşanan, sonsuz bir aşkın öyküsü.
Yürüyorlardı, Alaçatı`nın Ege güneşiyle yıkanmış yollarında. Yol kenarlarına dizelenmiş zafer çelenkleri gibi katırtırnakları, mimozalar, süpürgeotları selamlıyordu onları. Daracık, kırma taş döşeli sokakların iki yanındaki evlerin cumbalı pencere pervazlarına dolanmış yaseminler, taş duvarların arkasında kalan avluların içinde yükselen narların, incirlerin arasından sarkan hanımelleri, begonviller, hepsi birden eğiliyor, katılmaya zorluyordu onları katıksız yaşama sevinçlerine.
"Doğanın bayram yerindeymişçesine yaşarsın burada" diyordu ona. "Yalnız kalmaya, içine kapanmaya, elem duymaya hakkın yoktur. Doğa seni bütün varlıklarıyla kuşatır, içine alır. Geceleri bile kokularıyla uykuna girer, düşlerine kadar sızar, kendi başına bırakmaz seni."