Dar paçalı pantolonları olan, siyah takım elbiselerinin içinde, yakaları kolalı, beyaz gömlekleri vardı. Dik başlı değil ama başı dik, kara yağız Anadolu babayiğitleriydiler. Ellerin deki tahta bavullarla gittiler. Kara tren garlarından başlayan bu yolculukta, her vedada olduğu gibi, hüzün, gözyaşı ve özlemin yanında, belki de kısacık dünya hayatında, beraber yaşanacak mutlu günlerin hatırına, bir hırka ve bir lokma kuru ekmeğe razı olacak ela gözlü eşlerin sitemleri vardı. Aslında gayeleri, sevdiklerine daha güzel bir gelecek sunabilmekti.“Ekmek parası, insanca bir yaşam” diyorlardı. Gönüllerinden gözlerine yansıyan bakışlarda, hasret vardı, özlem vardı. Sırt larına vurdukları ağır hasret yükleriyle çıktıkları bu yolculukta, kimisinin gönlünde vatan hasreti, kimisinin gönlünde anne, baba, eş, çocuk hasreti varken, kimisinin gönlünde ise ellere söylemekten hicap duyduğu, hayallerinden bile sakladığı, ela gözlüsü için yüreğine attığı, sevgi kör düğümlerinin ilmekleri..
İşte böyle başlamıştı, bir bilinmeze doğru hasret yüklü yolculukları. Almanya kimine göre kara gurbet, kimine göre acı vatandı artık.