Aklımın kıyısına oturdum. Ay sıcağı vuruyor. Bulut turuncu, rüzgar ıslak. Savrulan yıldız tozları etrafımda dönen harflerden kelime öbekleri oluşturdu. Halihazırda bekleyen kalemimin önünde hizaya geçtiler. Hepsi heyecan içinde.
Uzun zamandır baskılanmış hissiyatım harekete geçti. Orijinal ve bir o kadar da usturuplu cümleler oluşturdum. İsmi lazım değil bazı kelimeleri dahil etmedim. Onlar ahengi bozuyor. Ayrıca üslubuma da yakışmıyorlar. Hizaladığım has cümlelerimin birçoğuna metafor kaftanlar biçtim. İroni ile süsleyip özlü sözlerle betimledim.
Sonra cümlelerimin karşısına geçip tebessümle selamladım. Bir tezahürat, bir alkış koptu ki sormayın gitsin. Beceremeseler de zılgıt çalmayı da denediler. Oluşan edebi topluluğu ite ite ön sıraya geçen çekici bir cümle de haykıra haykıra serenat yapmaya başladı: "Seni sordum yıldızlara, seni sordum yalnızlara, seni sordum kuşlara, uçan kuşlara..." Cümlelerin önünde sonunda noktalar, virgüller, soru işaretleri, ünlemler, dendenler ateş böceği gibi yana söne dans ediyorlar. Panayır kurulmuş, cümbüş çoktan başlamıştı.