Yüzyıl önce; seni, “sen dâhil” hiç kimsenin tanımadığı, yüz yıl sonra “unutulduğunun bile” unutulacağı ve sadece seni öğüten dünya değirmeninde anlam yüklemen gereken şey, düşen takvim yaprakları değil, sadece kendinsin. Zira düşen her takvim yaprağı, değişen her sene sana sunulan ömür vadesinin bitiş noktası için başlı başına bir uyarıcıdır. Yani, gerek toplumsal anlam ve umutlar yüklediğimiz “takvim değişikliği” bize sadece kendi hal diliyle geçip giden zamanı fısıldar!
Aslolan, “insanlığın kadim yürüyüşüne insan” sıfatınla ne yazabildiğin, ne katabildiğin, ömrünün fani astarıyla insanlık kumaşını ne kadar dikebildiğindir! Aslolan senin varlığında ısrar eden, hayatta oluşunu önceleyen; bir hamam böceği veya tarla faresi olarak değil, seni “insan” olarak varlık âlemine taşıyıp, insanlığın kanayan yaralarını pansuman için sana “ümit” bağlayan Yaratıcının ümidini ne kadar gerçekleştirebildiğindir.
Bu yüzdendir ki; bencillikten vazgeçmedikçe, cimriliği aşamadıkça, yaptığını söylediğine eşitlemedikçe, söylediğin yaptığına denk olmadıkça, hırs ve hasetlerini unutmadıkça, biriktirmelerini bir kenara bırakmadıkça, öfke ve kinlerini yutmadıkça, nefret ve çekiştirmelerini susturmadıkça, kibir ve gururunu yenmedikçe, geçmişin sancısı yarının kaygısı arasında sıkışıp kalarak anını ve kendini farketmedikçe, gönül coğrafyanda kendi İbrahim’in olmadıkça, içine diktiğin putları devirmedikçe zaman sana hiçbir şey getirmeyecek! Çünkü sen toprağından sonsuzluk hasadı biçilecek, yüreğinden akıttığı merhameti ile ruhları pansuman edecek, haline bezediği sevgi kumaşıyla tüm yaratılmışın kanayan yaralarını iyileştirecek bir ümit tarlasısın!
Seni ciddiye alan kudret, senden ciddiyet beklemektedir!