Bütün hareketli canlılar, hayatları boyunca, sıkıntılar, ıstıraplar ve acılar çekerler. Hayvanlar hayvanlara, insanlar insanlara, insanlar hayvanlara, hatta hayvanlar insanlara, bedensel ya da ruhsal acı verir. Havanın, suyun, denizin, bitki örtüsünün, gökyüzünün güzelleştirdiği dünyayı çirkinleştiren, hayatı yaşanmaz kılan, bu acılardır. Bu kitapta, A., çocukluğundan itibaren muhatap olduğu bu acılara, öğrencilik yıllarından başlayarak profesörlüğüne kadar uzanan süreçte, son verecek teknobilimsel bir yol aramaktadır.
Gidenler dünyaya nasıl bir anlam katmış ki, kalanlar onun gibi ya da ondan daha faklı, daha yüksek bir anlam katsın? Bunca acı karşısında, katlanılan şey nedir? Sadece yaşamaksa, hiç de enteresan değil. Varılacak nokta, sonuç belli: Ölüm! Yaşamaya katlanmanın sebebi, kurtuluş görülen ölüme, mutlaka ulaşacağımızı bilmemiz midir? Başlangıç noktasıyla sonuç arasında kalan çizgi de belli: Hayat.
Bu çizgi üzerinde acılara katlanmaya değecek ne vardır acaba? Biz, o şeyi ararken, hayat da bitmiş olmuyor mu zaten? Geriye dönüp baktığımızda, en çok görebildiklerimiz, en ağır acılarımızdır. Görünmekte zorlanan mutlu anlar, aklın süzgecinde kalamayacak kadar cılızdır ve düşüp kaybolmuşlardır. Görebildiğimiz şeyler, hayat eleğinin üstünde kalan, kalın, kirli ve kara tortudur, acılarımızdır. Kim acıyı bal eylemiş? Yalan...