Şiir, ruhların âb-ı hayatı değil midir? Özellikle şiiri bir sığınma yeri, bir dayanak olarak gören gönüller için. Şair, ezelden ebede akan, gönüllere ferahlık veren berrak bir nehrin katresi. O`nun rengine boyanmak isteyen firarî bir derviş. Şiirin hece taşlarına vurgun, duygularını taş ustası hassasiyetiyle dillendirmeye çalışan ve medeniyetimizin kadim köklerine yaslanan bir şiir sevdalısı. ŞİİR`E Âh can yoldaşım, sırdaşım şiir! Âh benim hayat veren coşkun ırmağım! Firarî gecelerde eğleştiğim gönlümün zevki! Nazımı, niyazımı, halimi anlayan dostum... Gönlün zuhûru, ruhun huzurusun. Seninle yürürüm ötelere, seninle akarım gönüllere. Rûh u revânımsın sevgili! Yücelerden kalemime, kalemimden kağıda akan Çağlayansın. Beni çağıl çağıl çağlayansın. Hüznümü, yangınımı, aşkımı, efkârımı, rüyalardan arda kalan hasbihalimi anlattığım feryadımsın. Terennüm eder dilim, gülistanın son bestesini. Gülü, bülbülü, karanfili, beyaz güvercini, kumruların seslenişini, kekliğin feryadını, rüzgârı, yağmuru, sevgiliyi, gelen yeni günü ve tüm güzelleriyle nevbaharı söyler dururum seninle. Sen ey şiir! İçimi dışımı, neşemi acımı bilensin. Kalbimdeki çağlayana, sinemin çatırtılarına, yalnızlığıma, sükutun saçlarına takılı kalmış mâzime sen şahitsin.