Kırk yıla yakın zaman nasıl geçti, ben de bilmiyorum. "Hayat çok kısa" derlerdi de inanmazdım. Geçmeyecek zannettiğim yıllar su gibi akmış fark etmeden. Sayısını bilmediğim yüzlerce hikâyeye eşlik ettim, bebeklerin dünyaya gelişini, annelerine kavuşmalarını izledim. Doğum sancısı çeken bir kadının çaresizliğini, dünyaya gelen bebeğin yorgunluğunu ve bebeğine kavuşamayanların acısını onlarla yaşadım. Bu dünyaya çocuk getirmenin zorluğunu ve gerçekten anne-baba olabilmenin anlamını yıllarca düşündüm. Bu zorlukları bile bile neden doğurmak ister insan? Tabii ki her doğum, bitmeyen onlarca duyguyu da beraberinde getirir, kaybetme korkusu gibi... Onu daha ilk hissettiğimizde başlar bu duygu, gördüğümüzde daha da perçinleşir ve Ömrümüz boyunca içimizde bizimle birlikte yaşar. Çocuk yaşlarında başlayan bu endişeler zamanla değişir ama hiç tükenmez. Hayatıma çocuklarım girdikten sonra mesleğimin değerini daha da iyi anladım. Bazı günler çocuklarımı ve evimi ihmal etmemek için kendimi unuttuğum da oldu.
Peki ya mutluluğum?...